Şu anda Sierra Leone ordusunda lejyoner olarak vatani görevini yapmakta olan dostum Başar, giderayak beni bilimkurgu-horror-zombi sinemasına sardırdı. İyi mi yaptı kötü mü yaptı bilemiyorum. Çünkü bu tip filmler garip bir bağımlılığı da beraberinde getiriyorlar. Yani yüzde doksanını sevmesen de, yeni bir tane izlemek için kuduruyorsun. Manyaklaşıyorsun.
Cloverfield'i de böyle bir bilimkurguya, horror'a susamışlık içinde izlemeye başladım. Yani bu el kamerası olaylarını pek sempatik bulmasam da, filmde o seçim beni o kadar da rahatsız etmedi. Asıl kanıma dokunan büyük canavarın yancısı olarak peydahlanan böcekler oldu. Bak aynı şey The Mist'te de vardı. Dünyaya doğru bir üçüncü boyut açılıyor, oradan gele gele, karafatma geliyor, peygamberdevesi geliyor. Olacak iş değil.
Cloverfield'te de böcekleri görünce küfürü bastım, dayanamadım. Hayır nedir bu böcek takıntınız anlamıyorum ki, neden bu hayvanları canavarlaştırıyorsunuz. Neden hiçbi filmde gökten canavar diye tavşan yağmıyor, tavşanlar sadece porno sektöründe mi yer alabiliyorlar, böyle bi kural mı var? Bu böcek olayı gerçekten çok abartılıyor ve yerli yersiz canavar olsun, korkunç olsun diye kullanılıyor. Ama olmuyor.
Bir başka dava da, el kamerasıyla çekim yapan dallamanın hemen önünde mini etekli süt gibi bir ablanın koşturması. Raslantı mı? Ben mi kötü niyetliyim? Yok hayır, kesinlikle böceklerle yaratılan iyrençlik bir parça göt göstererek dengelenmek istenmiş. Ama kızın bacakları filan güzeldi allah için.
O askere giden dostumla, bu tarz felaket / dünyanın sonu filmlerinde bir patlama yaşandığını da konuşmuştuk. Öyle ama cidden. Ve bunların yüzde doksanının (kesin rakamlardır) Amerika'dan çıktığını tekrarlamama gerek yok heralde. Naomi Klein'ın ''Shock Doctrine'' kitabını tanıtmak için Alfonso Cuaron'un çektiği bir kısa film var. Shock Doctrine şöyle, normal zamanlarda ''kabul edilemez'' olan piyasa metodlarını uygulamak için halk üzerinde düzenli şoklar yaratmak. Örnekler de veriyor, Irak savaşıdır, 11 Eylül'dür, Tiananmen olayları, Pinochet darbesi.. Bu savaş, felaket ve kaos üçgeni adamda ilk anda şok etkisi yaratıyor, ardından tepkisizleşiyor ve direnci kırılıyor, sonra da geçiren geçiriyor. (hayır milli maç sonrası zam yapmak buna örnek olamaz.)
Yani diyorum ki, acaba bu tarz filmlerle de, ufak ufak şoklar mı yaratılıyor, sinema bu temelde piyasa ekonomisine dayanan sistemi ayakta tutmak için araçsallaştırılıyor? Tabi bir de ben, orduya-polise her zaman ihtiyaç olur, felaketin nereden geleceği belli olmaz mesajı da alıyorum. E böyle olunca da daha çok silahlanma insanların bilinç altlarında bir ölçüde meşrulaştırılabiliyor. ''Canavar''a karşı yürütülen savaş her zaman haklı savaştır ve bunun için sürekli tetikte olmak, korkmak, korkmak ve daha çok militarize olmak gerekir?
Son sözüm şu, sik gibi film bence.
Cloverfield'i de böyle bir bilimkurguya, horror'a susamışlık içinde izlemeye başladım. Yani bu el kamerası olaylarını pek sempatik bulmasam da, filmde o seçim beni o kadar da rahatsız etmedi. Asıl kanıma dokunan büyük canavarın yancısı olarak peydahlanan böcekler oldu. Bak aynı şey The Mist'te de vardı. Dünyaya doğru bir üçüncü boyut açılıyor, oradan gele gele, karafatma geliyor, peygamberdevesi geliyor. Olacak iş değil.
Cloverfield'te de böcekleri görünce küfürü bastım, dayanamadım. Hayır nedir bu böcek takıntınız anlamıyorum ki, neden bu hayvanları canavarlaştırıyorsunuz. Neden hiçbi filmde gökten canavar diye tavşan yağmıyor, tavşanlar sadece porno sektöründe mi yer alabiliyorlar, böyle bi kural mı var? Bu böcek olayı gerçekten çok abartılıyor ve yerli yersiz canavar olsun, korkunç olsun diye kullanılıyor. Ama olmuyor.
Bir başka dava da, el kamerasıyla çekim yapan dallamanın hemen önünde mini etekli süt gibi bir ablanın koşturması. Raslantı mı? Ben mi kötü niyetliyim? Yok hayır, kesinlikle böceklerle yaratılan iyrençlik bir parça göt göstererek dengelenmek istenmiş. Ama kızın bacakları filan güzeldi allah için.
O askere giden dostumla, bu tarz felaket / dünyanın sonu filmlerinde bir patlama yaşandığını da konuşmuştuk. Öyle ama cidden. Ve bunların yüzde doksanının (kesin rakamlardır) Amerika'dan çıktığını tekrarlamama gerek yok heralde. Naomi Klein'ın ''Shock Doctrine'' kitabını tanıtmak için Alfonso Cuaron'un çektiği bir kısa film var. Shock Doctrine şöyle, normal zamanlarda ''kabul edilemez'' olan piyasa metodlarını uygulamak için halk üzerinde düzenli şoklar yaratmak. Örnekler de veriyor, Irak savaşıdır, 11 Eylül'dür, Tiananmen olayları, Pinochet darbesi.. Bu savaş, felaket ve kaos üçgeni adamda ilk anda şok etkisi yaratıyor, ardından tepkisizleşiyor ve direnci kırılıyor, sonra da geçiren geçiriyor. (hayır milli maç sonrası zam yapmak buna örnek olamaz.)
Yani diyorum ki, acaba bu tarz filmlerle de, ufak ufak şoklar mı yaratılıyor, sinema bu temelde piyasa ekonomisine dayanan sistemi ayakta tutmak için araçsallaştırılıyor? Tabi bir de ben, orduya-polise her zaman ihtiyaç olur, felaketin nereden geleceği belli olmaz mesajı da alıyorum. E böyle olunca da daha çok silahlanma insanların bilinç altlarında bir ölçüde meşrulaştırılabiliyor. ''Canavar''a karşı yürütülen savaş her zaman haklı savaştır ve bunun için sürekli tetikte olmak, korkmak, korkmak ve daha çok militarize olmak gerekir?
Son sözüm şu, sik gibi film bence.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder